Vefatının 3. Yılında Abdülaziz Semin BAYATLI

Vefatının 3. Yılında Abdülaziz Semin BAYATLI

Kifri 1938- Kerkük 2019

Dr. Şemsettin Küzeci

Çiçekler kucağında bir gece yatsam ne var!

Güzeller dudağında bir damar olsam ne var!

Aştım tüm dudakları bu perişan ömürle

Ömrümün son durağında yar kokun alsam ne var

Türkmen Aydınlarının tanınmış simalarından biri olan; Eğitimci, eleştirmen, çevirmen, sunucu şair ve yazar olan duayen Türkmen edebiyatçı Abdülaziz Semin Bayatlı, 1938 yılında Kifri’de doğdu. İlk ve ortaokulunu Kifri’de ve liseyi Tuzhurmatu’da bitirdi. Öğretmenlik kursuna bitirdikten sonra 1957’de Kerkük’te öğretmen oldu. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra kendi isteği üzerine emekliye ayrıldı. 1970’li yıllarda Kerkük televizyonunda çevirmen ve spiker olarak göreve başladı. Irak’ta ve Kerkük’teki siyasi durumun zor şartlarına katlanarak yılmadan, var gücüyle 1973–2003 yılına kadar TV’de çaba harcadı ve hayat felsefesinden taviz vermeden hizmetini sürdürdü.

Abdülaziz Bayatlı, Arapça yayınlanan yazılı basında uzmanlığından kolay kolay vazgeçilmez bir dil uzmanıdır. Kardaşlık, Birlik Sesi dergilerinde ve Yurt gazetesinde yayınladığı şiirlerinde; milli, aşk, özlem, ümit dolu konular yer almaktadır. Milli konularda yazmış olduğu şiirlerinin bir bölümü bestelenerek Türkmen ses sanatçıları tarafından Kerkük televizyonu ve Bağdat Türkmence radyosunda icra edilmiştir.

Bir zamanlar Kerkük’te Arapça yayınlanan Savut El-Temim gazetesinde editör ve yayın kurulu üyesi olarak çalıştı. 2003 sonrası Kerkük’te Arapça yayınlanan yazılı basın organlarının birçoğunun editörü olarak çalıştı.

Bayatlı; kendine öz üslubuyla de kültürel inceleme,  araştırmalar yapmakta büyük gayret gösterdi. Yazarımız, Fuzuli’ye hayranlığını edebi ürünlerinde gözler önüne sergilemiştir. Yaşama bakış açısı ise, doğruluk, dürüstlük ve vatanperverlik onun hur düşüncesi ve hayat felsefesidir.

Merkezi Azerbaycan’da bulunan Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği ile Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği tarafından 2004 yılında Ankara’da düzenlenen 2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şölenine Irak Heyeti arasında katılan Bayatlı,  28 Eylül 2019 tarihinde Kerkük’te vefat etti.

 ESERLERİ:

 1.Fuzuli’nin Şairliği. Bağdat, 1973

2.Fuzuli’nin Leyla Mecnun destanındaki gazeller ve açıklaması. Bağdat, 1989

3.Nesimi. Bağdat, 1996

4.Aynada İnsan; Kerkük, 2005

 

RÛBAİLER

Söyledim anlamadın söylemekte ne mana?

Diledin alamdın dilemekte ne mana?

Bir kuru çörek için aldın harmanları

Bulamadın çöreği, elemekte ne mana?

Zamanın güler yüzün bir nefesçik göremedim

Hem de gülistanında kanat açıp ötemedim

Ben de bir insanım bil, hakkım var yaşamakta

Göğsüme sıka sıka yar saçın öremedim

 

Gözlerinin üstünde yaylanıyor iki yay

Fırlar bağrımı yarar, desem vay demesem vay

Her şeyim kurban verdim aşkının bayramında

Elde bir kalbim kalmış, parçala göğsüne yayı

 

Bülbül bağlı tan gibi çiçekler yanağında

Her gece hem fermansız girer gül kucağında

Bir avuç kuru üzüm san ömrümü güzelim

Parmaklarınla onu, az doldur bardağına

 

Çiçekler kucağında bir gece yatsam ne var!

Güzeller dudağında bir damar olsam ne var!

Aştım tüm dudakları bu perişan ömürle

Ömrümün son durağında yar kokun alsam ne var

Abdülaziz Semin Bayatlı

***

 EZGİ

Kavalımdan salın salına

Sızıp yayılan

Davut ezgileri

Soluk yüzlü bahçemde

Kana kana amber saçan

Cennet çiçekleri

Tırmanılmaz Yalçın kayalarından

Bol bol fışkıran

Musa Bulaklar

Pembe yanaklı şafaklarımda

Nazlı nazlı esen

Dicle meltemleri

Hem de

Bu hasret tutsağı gönlümde

Irmak ırmak coşan

Aşk şiirleri

Şiir yüzlü bir güzelliktir

Onunda

Kim olduğunu

Nerede gizlendiğini

Bir ben bilirim

Ben…

            Abdülaziz Semin Bayatlı

***

 BİR KIŞ GECESİ

Zaman kalı(r)

Gün gider zaman kalı(r)

Yıkılı(r)r yüce dağlar

Tozu bir zaman kalı(r)

Taş atandan Mamlı bağına, Kara oğlandan Derbentalaya, Kadı bağından Paşa bağına, Öksürme deliğinden Yedi Mağaraya, Koş konmaz bağından İmam Muhammed’e değin masmavimsi kanatlarını geren şehrim “Kifri” Türkmen folklorunun ana kaynaklarındandır. Folklorcuların, araştırması gereken konuların en önemlisi, halkın gerçek yüzü, özel yaşayış tarzı, atasözleri, çocuk masal ve oyunları, halk türküleri, halk ozanları ve bunlara benzer birçok folklorik konulara, bu güzelim şehrin her karışında rastlamak doğal bir kondur. Geçenlerde yayımladığımız yazılarımızda Kifri’de: Evlerimize çaydan su taşımak ve ananeleri hususunda ve okul gezileri hakkında bir şeyler söylemiştik. Bu yazımızda da halkımızın o günlerde kış gecelerini nasıl yaşamış ve folklor tarihimize yazmış olduğu sayfalardan örnek olarak bir sayfayı serilemeye çalışacağız…

Mevsim kış.. Soğuk rüzgarlar hiç de dinmiyor, yağmur selleri daracık sokakları ırmaklara dönüştürüyor, şehrin  semtlerine damar damar yayılan (arklar) taşarak, bulanık sularını bahçelere, mahalle ve meydanlara itiyor.. Geliş girişi engeller. Güneş, gökyüzüne meydan okuyan hurma ağaçlarını aştık da, şehirde vaktinden önce (gün batışı tablosu) çiziliyor.

İşte çoğu zaman bu İlahî Tablonun efsanevî dakikalarında şehrin esrarın giz sokaklarına akşam gölgesi yaslanır yaslanmaz, Kayseri dükkânları kapanır temiz…

Gönüllü şehirlilerimiz, evlerine doğru yollanırlardı mağrip namazını cemaatle kıldıktan sonra

Zaten o günlerde, mağrip namazından sonra aile bireylerinin-akşam yemeğinde-evde bulunmaları şart idi… Vasıf edilmez bir neşe ve sevinçle, baba, anne ve evlatlar, kemal-i ihtişam ve düzenle sofraya oturduktan sonra, baba: yalla çocuklar “bismillah.” diyerek başlayalım derlerdi. Bu arada gece simsiyah perdesini şehrin üstüne örtmüş olurdu. Pekiyi, bu soğuk, uğultulu, kasırgalı upuzun olan gece nasıl geçecek? Kolayca geçecek şehrimizde.

O günlerde komşular arasında geceleyin ziyaretler düzenli bir yapılırdı. Yatakla açılır. Her döşeğin üstüne bir yorgan ve bir cecim serilir… Çocukların birisi bir çira kaldırır, bir ikinci de kömür gözü ile dolu mangalı kaldırırdı. Çira önde, mangal ardında arta kalan bireyler de bunların ardınca koşarlardı. Kış geceleri ziyaretleri, galiba yakın komşular arasında olurdu. O günlerde sokaklar çamur ve karanlık olduğu için, uzak komşulara başvurmak bir türlü zor idi

Ne ise, aile kervanı yavaş yavaş hazerli ve dikkatle yolu keserek, komşunun kapısını döverdi tiksindirmeden… Kapıyı dövenin kim olduğunu duyan ev sahibi, elinde çira kapıyı açıp misafirleri içeriye alırdı güler yüz ve sevgi dolu sözlerle, büyük eve girerlerdi. Bu arada büyük ev diyerek geçmeyelim, çünkü bu evler Türkmen bölgelerinin göze çarpar özelliklerindendir. Büyük evlerimiz: Dür, atebe, yan göz, sır hana ve köşkten oluşan türlü türlü nakış ve boyalarla süslenen konutlardır… Tabii misafirler eve girdik de, erkekler ev sahibinin mangalı çevresinde, kadın, çocuklar da öteki mangal etrafında otururlardı. Çoğu zaman çocuklar, dürü atebedan ayıran iki mermer dayanacaktan birini kendi köşeleri edinerek öz dünyalarına dalarlardı. İki veya üç saat süren bu misafirlik, her hangi nitelikler ve özellikler taşıyarak folklor tarihimize girmiş bulunur? Diye soranlara yanıtımız bu:

Kış geceleri toplantılarında masalı   (matal) söylemek, çok doğal bir konu idi. Masalı Söylenen (bir varmış bir yohmış yalan gerçekten çokmuş. Yalanı koydular çuvalı, dayadılar duvara, kuyruğu yahasınnan çıtı) diyerek maslına başlardı tam bir sessizlik ortamında… Her şeyi ustacasına betimler ve dinleyenlerin hayranlığını kazanırdı… Evlerimizde söylenen masalların çoğu: kahramanlıklar, erkeklik ve erdemlik özellikleri, Arzı Kamber, Leyla Mecnun, Tahir ile Zehra, Yusuf ile Züleyha gibi aşk hikâyeleri idi. Masal söylenirken çocuklar tepeden tırnağa kulak kesilerek dinlerlerdi her hangi bir gürültü koparmadan…

Maslın olayları birbirini izlerken, bileğine güvenen birisi, yaklaşık(50 cm.) yüksekliğinde tunçtan yapılı kabarık bir havana kuru hurma ile kündüç bırakarak, ağır bir havan destesiyle, iyice döğerdi… Çıkardığı gürültüden şikâyetçi görülmeden… Bu iki mübarek zad birbiriyle kaynaştıktan sonra, ilkin çocuklara, sonra büyüklere dağıtılırdı. Kimi gecelerde mısır (şamdarı) pişirirdi. Allah Allah ne mutlu biz çocuklar bu tatlı unutulmaz anlarda… Mısırı bir eleğe bırakılır üstüne bir kazan kapağı örtülürdü… Ortada duran mangal üzerinde pişirilirdi…

İşte tuhaf tarafı budur ki üç dört dakika bir süre ateşe maruz kalan mısırı patlak verip pişmeye başlardı, bu arada elekten dışarıya sıçrayan mısır taneleri üzerine, biz çocuklar acımasızca hırış yapardık. Köz sıcaklığında bulunan kıymetli avlarımızı, sonucu aldırmadan ağızlarımıza sokup döğerdik. Tabii bu türlü tecavüzlerimize büyükler göz yumarlardı… Beş altı elek pişirildikten eteklerimize (hissemizi) aldıktan sonra, büyüklere sunulurdu. Bu arada helli çay o güzelim kokusunu büyük eve saçarak iştahları körüklerdi… Masal sona erdik de, söylenen zat bir türlü adil bulutluma yaparak masalına bu tümceyle son verirdi. Asmandan üç elma düştü ,biri menim ağzıma, biri matal diyenin ağzına üçüncüsü de “ kendi adını zikrederek.. Filanın ağzına düştü!Bu arada mangaldaki közler küle dönüşür, çira’ı his kaplar ve çocukların gözlerine uyku sürmesini sürülürdü… Misafirler (gecenizin hayrı kalsın. Bekleri diyerek çira’ı kılavuz edinerek eve dönerlerdi. Neşe ve sevgi dolu gönüllerle.

Abdülaziz Semin Bayatlı

                                                                                                          Kerkük, 2003

***

Kaynak: Şemsettin Küzeci, Kerkük Şairleri, DGTYB yayınları, 1. Cilt, Ankara 2006