Son Yüz Yılda “Irak Türklerinin Uğradığı Katliamlar”

Son Yüz Yılda “Irak Türklerinin Uğradığı Katliamlar”

Dr. Şemsettin Küzeci

 Giriş

Irak halkının geneline uygulanan baskılarda Türkmenler özel olarak nasiplerini alıyorlar. Baskıların başında ifade özgürlüğünün olmaması, sorgusuz ve yargısız infazların uygulanması, işkence ve idamlara ilâveten Türkmen toplumuna özel olarak birtakım baskılar uygulanmaktadır. Bunlar; başta “insan hakları evrensel beyannamesi” olmak üzere bütün uluslararası belge ve anlaşmalara aykırı olarak uygulanmaktadır. Türkmenlerle ilgili kararlar, bizzat ülkenin en üst yasama ve yürütme organı olan devrim komuta konseyi tarafından alınmaktaydı. Ülkede Türkmen varlığını yok etmek için uygulanan, yoğun Araplaştırma politikaları son zamanlarda etnik temizlik boyutuna varmıştır. Kerkük’ten uzaklaştırılan Türkmenlerin sayısı son bir yılda bin aileyi aşmıştır. Bunların yerine Arap aileler yerleştirilmiştir. Türkmenleri göç ettirmek ve yerlerine Arapları yerleştirme politikası çok eski bir politikadır ve ırak yönetimi tarafından kraliyet döneminden beri yürütülmektedir. Ancak bu uygulama iktidara gelen Baas Partisi tarafından etnik temizlik boyutuna ulaşmıştır.

 Irak’ta yaşayan Türkmenler; kendi dilleri ile eğitim yapmaları yasaklanmıştır. Okullarda öğretmen öğretmenle veya öğretmen öğrenciyle resmî dairelerde kendi aralarında anadilleri ile konuşmazlar.

Türkmenlere gayrimenkul ve her türlü ticari aracın alım-satımı yasaklanmıştır. Mahalle, köy ve şehirlerin Türkçe adları değiştirilmiştir. Hatta amatör spor takımların adları bile değiştirildi. Kerkük ilinin adı tamim, Musul ise Neyneva oldu. Beşiktaş, Fenerbahçe, Gökbulut, mavi yıldız vs. Amatör futbol takımlarımızın adları; Filistin, haliç Arabi, 7 Nisan, Şabab El-Baas adları ile değiştirildi. Kerkük başta olmak üzere Türkmenlere ait verimli tarım arazileri, yönetim tarafından istila edilerek, Beşir, Türkalan, Yayçı, Tercil, Kümbetli, bayat gibi köylerin arazileri yönetime yakın kişilere dağıtılmıştır.

Üniversitelerin bazı bölümlerine özellikle öğretmenlik, askeri, basın yayın ve enformasyon bölümlerine Türkmen öğrencilerin alınması yasaklanmıştır. Kerkük petrol şirketi başta olmak üzere, bazı devlet dairelerindeki Türkmen memurlarının güneye atamaları yapılmıştır. Daha önce Mısır’lıların yerleştirildiği gibi, bazı Filistinlileri Kerkük, Kifri ve diğer civarı Türkmen bölgelerine yerleştirilmiştir. Okul, daire başkanlıklarına ve mahalle muhtarlıklarına Arapların atamaları gerçekleşmiştir.

Erzak karnelerini koz olarak kullanarak; tezahürat, gösteriler ve yürüyüşlere katılmayanlar erzak karnesiyle tehdit ediliyordu. “demiryolları geçecektir” gerekçesiyle Kerkük’ün bir Türkmen mahallesi olan Tisin’i, Türkmenlerin elinden alınıp Araplara verildi. Semt, Türkmenlerden arındırılmıştır. Daha sonra, “mühendis yanlış bilgi vermiş.” Denildi. Türkmen semti tisin olduğu gibi güneyden getirilen Araplara peşkeş çekildi. Camilerde ve mevlidi şeriflerde Türkmence kasidelerin okunması yasaklandı. Türkmen bölgelerindeki camilerde Türkmence vaaz ve hutbe verilmesi, ehli-beyti anma toplantıları bütün Türkmen bölgelerinde yasaklandığı gibi, Irak’ın genelinde de yasaklanmıştır. Kerkük televizyonu, Bağdat Türkmence radyosu programlara kısıtlama getirildi. Edebiyatçılar ve yazarlar Birliği’nin, Türkmen Kardaşlık Ocağı’nın, Kerkük kollarının bugüne kadar açılması yasaklanmıştır.

Türkmenleri, kuzeye ve güneye göç ettirerek, yerlerine Arapları yerleştirme politikası, vahşice uygulandı. Göç ettirilen Türkmenlere hiçbir tazminat ödenmediği gibi, gönderildikleri yerlerde kendilerine kalacak yer dâhi gösterilmedi. Yerleştirilen Araplara her türlü mali destek sağlanmakta olup, arazi ve konut tahsis edildi. Kuzeyde, güvenli bölgeye göç ettirilen Türkmenler ise burada kalacak yer bulamadıkları gibi, huzur ve güveni de bulamadılar. Aileler can güvenliği ve barınabilecekleri bir yer bulabilmek ümidi ile yasadışı yollardan sığınmacı kabul eden ülkelere gitmek için teşebbüs etmek zorunda kaldılar. Bu yollarda birçok Türkmen hayatını kaybetmiştir. 1997 yılında üç münferit hadisede onlarca Türkmen ege sularını geçmeye çalışırken boğularak hayatını kaybetmiştir.

Ekim 1997’de yeni bir nüfus sayımı yapılmıştır. İktidardaki Baas Partisi ve güvenlik birimleri Türkmenler arasında, “kendilerini Türkmen yazdıranların ellerinden her türlü vatandaşlık hakları alınarak sürgün edilecekleri” şayiasını yaymışlardır. Halk korkutulmuştur. Bu nedenle birçok Türkmen can ve mal güvenliği nedeni ile kendini Arap yazdırmıştır. Bu tehlikeli gelişmeye özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bugün Kerkük’te ABD’nin desteğiyle hüküm süren Kürtler, aynı politikayı uygulamaktadırlar. Yönetim, bunu ileride kişisel bildirim olarak kabul edip, ülkede Türkmen toplumunun yaşamadığını veya çok az sayıda olduğunu iddia edecektir. Yukarıda anlatılan baskıların önemli bir kısmı “BM insan hakları” resmî raporlarında yer almıştır. Türkmenlerin maruz kaldığı asimile politikalarına kısaca göz attıktan sonra, ırak tarihi boyunca, 1918’den 2018 yılının son gününe kadar, Türkmenlerin uğradığı soykırımlar; bu yazıda yer almaktadır.

Irak Türklerinin Uğradığı Katliamlar (1920-2020)

  • Kaçakaç Katliamı (1920 Telafer Ayaklanması)
  • Levi Katliamı( 4 Mayıs 1924)
  • Gâvurbağı Katliamı( 12 Temmuz 1946)
  • Kerkük Katliamı(14-17 Temmuz 1959)
  • Türkmen Liderlerinin İdamları (16 Ocak 1980)
  • 1991 Körfez Krizi Sonrası
  • Tuzhurmatu Katliamı (26 Mart 1991)
  • Altınköprü Katliamı(28 Mart 1991)
  • Irak’ın İstanbul Başkonsolosluğu Önünde Şehit Düşen Türkmen Gençleri Necdet Bakkaloğlu ve Yılmaz Sait Hacıoğlu (5 Nisan 1991)
  • Toprağı Uğruna Kendini Yakan Türkmen Kızı Zehra (16 Ekim 1995)

Kaçakaç Katliamı (Telafer, 1920)

Osmanlı devleti topraklarından koparılan Irak, 1918-1920 yılları arasında, İngilizlerin işgaline, ardından doğrudan İngiliz yönetimine tabi olmuştu. Irak’ın tek hâkimi olan Arnold Wilson, profesyonel bir işgal valisiydi. Yerine göre anlayışlı tavrının arkasında gösterdiği sertlik siyaseti hafızalardan silinmemiştir. Durumun belirsizliği ve tüm ırak halkının Osmanlı özlemi sebebiyle olsun, 30 Haziran 1920 tarihinde Rumeyza’da meydana gelen ufak bir olay, kısa süre içerisinde geniş çaplı halk ayaklanmasına dönüştü.

4 Temmuz 1920’den itibaren Rumeyza’da başlayan halk ayaklanması, Irak’ın orta ve kuzey kesimine sıçradı. İngiliz yönetimini hiçbir şekilde benimsememiş olan Türkmenler, 1920 ayaklanmasında aktif rol oynadılar. 13 ağustos 1920‘de, Şehriban’da başlayan Türkmen ayaklanması esnasında, 4 İngiliz subayı öldürüldü. Hanekin ve Kızlarbat’ta 14 Ağustos’a kadar süren olaylarda; bölgenin İngiliz sorumlusu öldürüldü. Kifri halkının yardımına koşan civardaki köylüler de Irak’ın İngiliz siyasi hâkimi binbaşı G.N. Salman’ı öldürdüler.

Telafer Türklerince şanlı Kaçakaç destanı olarak anılan 1920 ayaklanması, Türkmenlinde işgal güçlerine karşı verilen ilk büyük direniştir. Kahraman Türkmen ilçesi Telafer, diğer Türkmen şehir, kasaba, bucak ve köyleri gibi İngilizlerin oyununa gelmemiş, Irak’ta kukla kraliyet sistemini kabul etmemiştir. Başka bir ifadeyle; İngiliz mandasının değiştirilmiş şekli olan kraliyete karşı, Musul’da faaliyet gösteren Türk Cemiyeti’nin ideolojisi doğrultusunda mücadele vermiş, şan ve şeref kazanmıştır. İngiliz kışlasını kuşatan kahraman Türkmenler, birçok İngiliz askeri ve subaylarını öldürmüşlerdir. İngilizlerin çok sayıda birliklerini kasabaya yöneldiğini duyan Türkmenler, yaşlıları kasabada bırakarak çoluk çocuk, kadın erkek Kaçakaç Dağları’na çıkmışlardır. Dağların sarp yamaçları ve yalçın eteklerine sığınan halk, tam üç ay müddetle, sıkıntıları önemsemeden dağlarda barınmaya çalışmıştır. Geride bırakılan tarlalar, buğday ambarları işgal güçlerince tahrip edilmiş, bununla da yetinmeyen İngilizler, üç ay boyunca dağlarda direnen halkın geri dönmesini müteakip, kasabanın önde gelenlerini tutuklayıp bunların büyük bir kısmını idam etmiş, bir kısmını da sürgüne göndermiştir.

Levi (Ermeni)Katliamı (Kerkük, 4 Mayıs 1924)

1921 halk oylamasında, kral Faysal’a aleyhinde oy kullanan Türkmenlere karşı kötü işlerin başlatılacağı bekleniyordu. Bunun ilk belirtisi; Kerkük’te Türkmenlere karşı işlenen ve edebiyatımızda Livi, Nesturi veya ermeni katliamı adı ile anılan 4 Mayıs 1924 katliamıdır. İngiliz politikasının da esası: bu topraklarda yaşayan Türklere yaşama hakkı vermemek, Türkiye’ye (Osmanlı) bir daha dönmemek üzere sıkıntılara sokmak, böylece bu toprakların petrolüne konma hevesidir. Musul meselesi, bununla ilgili olarak çıkartılan isyanlardır. Bir yandan da yok etme politikası, Türkmenlerine kovulması, kırılması şeklinde gerçekleşecektir. İngiliz ordusundaki askerler (paralı askerlik yapanlar) bu işle görevlendirilmiştir. 4 Mayıs 1924, ramazan bayramı arifesinde, zorbalık yapan bir İngiliz askerinin büyük çarşıda bir şekerciden, aldığı şekerlerin parasını keyfi olarak vermeyeceğini, vergi kestiğini söylemesi üzerine Türkmen bakkalın bu hakarete karşı koyması plânlanan olayların fitilini ateşlemiştir. Silah sesleri duyulmaya başlayınca, hazır durumda bekleyen ve Kerkük Kalesi’ne giden yolların üzerinde mevzileşen İngiliz paralı askerleri, rastgele Türkmenlere saldırarak, büyük Çarşı’yı baştanbaşa yakmış ve önlerine gelen olaylardan habersiz, savunmasız Türkmenleri kurşuna dizmişlerdir. İngiliz askerleri, ramazan bayramı arifesinde hamamlarda bulunan masum Türkmen kadınlarına saldırmış ve zavallı kadınlarda ırz namus bırakmamışlardır. Bu haberler karşısında Kerkük Türkmen’i ve civardaki köylüler silaha sarılmış ve İngiliz güçlerine karşı mücadeleye girişmişlerdir. Yetmemiş İngiliz hava kuvvetleri şehri bombalamaya başlamıştır. Tam 72 saat, 3 gün 3 gece süren katliamda Kerkük’ün önde gelenlerinden Şeyh Mahmut oğulları başta olmak üzere, 280 masum Türkmen, şehit edilmiştir. Kerkük kalesi ve civarındaki evlerden yağmadan kurtulan ev ve işyeri kalmamıştır.

Gâvurbağı[1] Katliamı (Kerkük, 12 Temmuz 1946

İstiklâl savaşı günlerine doğru, Bağdat’ın son Türk valisi Süleyman Nazif’in, vatan kaybetme acısını dile getirdiği “Daüssıla”yı yeniden hatırlayalım: “bu Şebde cuşişi yadınla ağladım durdum/ gel, ey benim kerime-i tarih olan güzel yurdum.” çığlığı, bizler için sürdü gitti. Bir söz vardır; “ah arkam!” diye çığrışana, “senin karnına değil, arkada vuruldu.” denildiğinde verdiği cevap; “arkam olsaydı karnıma vururlar mıydı?” Bir kere “arkasız kalmıştık”. İkinci dünya savaşı Kerkük’te bizler için bir felâket daha meydana geldi. Kerkük petrol Şirketi’nde çalışan işçiler, ücret, çalışma ve hayat şartlarının düzeltilmesi için, şirket yöneticilerine başvurdular. İsteklerinin ciddiye alınmadığını gören işçiler, bu sefer isteklerini sıraladıkları dilekçeleri, gazetelerde yayınlayarak, kamuoyuna duyurma yoluna gittiler. Durumu protesto etmek için, 01 Temmuz 1946‘da topluca işi bıraktılar. İşçiler daha sonra Gâvurbağı Meydanı olarak bilinen yerde, her akşam toplanarak konuşmalar ve gösteriler yapmaya başladılar.

04 Temmuz günü, şirket yöneticilerinin isteği üzerine polis, greve ön ayak olan elebaşların bir kısmını tutuklayınca, işçiler ve aileleri daha fazla galeyana geldiler. Polis güçleri, güya grevi kırmak için, 12 Temmuz günü işçilerin her akşam toplandıkları Gâvurbağı Meydanı’nı kuşatma altına aldılar. Bu arada işçiler ve onları destekleyenleri otomatik silahlarla, işçileri taramaya başladılar. Gâvurbağı katliamı olarak anılan bu katliamda içlerinde bir kadın ve bir çocuk da bulunan, 20’ye yakın sivil Türkmen can verdi, yüzlercesi çeşitli yerlerinden yaralandı. 13 Temmuz olaylarında ölenler, Kerkük’te çok büyük üzüntülerle toprağa verildi. Cenaze törenlerinde halk, hükümeti ve şirket yöneticilerini lanetledi.

KERKÜK KATLİAMI (14-17 Temmuz 1959)

Türkmenlerin varlık mücadelesinde geniş yer alan, 14 Temmuz 1959 katliamı, eski kuşaklarda olduğu kadar, yeni nesillerde de tüyler ürperten etkisini sürdürmektedir. O günlerin akıllardan silinmeyen anıları, Türkmen toplumuna karşı beslenen düşmanlık duyguları, 1918’den beri tarzı, sistemi değişse de değişmeyen şey Türk’e karşı soykırım, yok etme politikaları olmuştur. Türkmenleri yok etmeye yönelik saldırılar, 14 Temmuz 1959’da kraliyetin devrilmesi ile daha derinleştirildi. Pek çok olay ve sinir harbinin neticesinde, 14 Temmuz katliamı yaşatıldı. Ters giden atlara bağlanan insanların, vahşi Roma geleneğinde “insan parçalatılarak eğlenme” âdetleri bize uygulandı dünyada o kadar kuruluş varken. Türkiye’nin doğru dürüst haber almadığı olayları, radyolarda, “…gelişen hadiselerde İngiliz askerlerine herhangi bir şey olmamıştır.” diye verilmişse de buna konacak bir ad bulmak gerçekten zordur. 14 Temmuz 1959’da başlayan ve üç gün süren bu katliamı anlatan 18 Temmuz 1959 tarihli, dönemin Başbakanı Abdülkerim Kasım‘a verilen notayı, halkımıza ve dünyaya sunmakta yarar görmekteyiz. O günlerin acı dolu olaylarını ayrıntısı ile yaşayan değerli iki hocamız (Şakır Sabır Zabit, Tahsin Rafet), 19 Temmuz 1959’da dönemin Başbakanı Abdülkerim Kasım’a olayın gerçeklerini bütün çıplaklığı ile sergileyen bir nota vermişler. Tarihsel öneminden dolayı, bu belgeyi yeryüzündeki tüm Türklüğe, devlet adamları ve gençliğine bir ibret vesikası olarak sunmak istiyoruz.

TÜRKMEN LİDERLERİNİN İDAMLARI (16 OCAK 1980)

Irak’taki Baas rejiminin Türkler üzerindeki baskıları, 1979 yılında iyice arttı. Irak Türklerin lider durumunda olan önemli şahsiyetleri, 1979 yılında gözaltına alınarak, ağır işkencelere maruz kaldı. Bunların arasında, Türkmen Kardeşlik Ocağı’nın uzun yıllar başkanlığını yapmış Emekli Albay Abdullah Abdurrahman ile Bağdat Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Necdet Koçak başta geliyordu. Ayrıca Abdullah Abdurrahman‘ın yakın çalışma arkadaşı Dr. Rıza Demirci ve Müteahhit Adil Şerif de tutuklanarak, işkencelere tabi tutulmuşlardı. Bu tutuklamalar Türk halkı üzerinde büyük tepki ve üzüntü yaratmıştı.

Emekli Albay A. Abdurrahman, Irak ordusunda önemli hizmetler görmüş değerli bir subaydı. Ordudaki görevinden ayrıldıktan sonra, Bağdat’ta açılan Türkmen Kardeşlik Ocağı’nın yıllarca başkanlığını yapmış ve hizmetlerinden dolayı, Irak’taki Türklerin büyük sevgisini kazanmıştı.

Doç. Dr. Necdet Koçak, ziraat makineleri alanında yetişmiş değerli bir uzman ve bilim adamıydı. Bağdat Üniversitesi’nde, Ziraat Makineleri Bölümü’nü kurarak, bu dalda yüzlerce öğrenci yetiştirmişti. Bunun ötesinde, insan sevgisi ve geniş hoşgörüsü sayesinde Türk toplumu arasında çok sevilen ve sayılan kişiliğe sahipti.

Adil Şerif, Kerkük’te esnaf arasında, yardımlaşmayı, birleşmeyi, örgütleşmeyi isteyen, bu uğurda çalışır, maddi destek sağlardı. Baas yönetimi günlerce baskı ve insanlık dışı işkence ederek, Türklerin sevilen liderlerini suçlu göstermeğe gayret sarf etmesine rağmen, hiçbir sonuç alamamıştı. Özellikle şeker hastası olan Abdullah Abdurrahman‘a aldığı ilâçlar verilmeyince, gözlerini kaybetmesine ve karanlık bir dünyaya mahkûm edilmesine sebebiyet verilmişti.

Dr. Rıza Demirci: Orman Bakanlığı’nda müsteşar, Ocak’ın çalışkan elemanı, öğrenci yurdunu kuran, gençlerin yetiştirmesinde büyük katkısından dolayı özellikle sevilen ve sayılan, sözü dinlenen bir kişiydi. Bağdat yönetimi, Türk toplumuna korku vermek gayesiyle, Abdullah Abdurrahman, Necdet Koçak ve Adil Şerif‘i 16 Ocak 1980 tarihinde idam etti.

KÖRFEZ KRİZİ SONRASI (1991-2003)

TUZHURMATU KATLİAMI (26 Mart 1991)

  1. Paralelin kuzeyinden başlatılan isyanlar güneye doğru genişlemeye başlamış, Irak’ın daha güneyine sıçraması olasılığına karşı Kerkük’ün güneyinde, kimlerin organize ettiği, desteklediği hep tartışılacak olan (kullanılan anarşi güçleri hep efendi değiştirmeğe müsaittir) Bağdat’tan yola çıkan ordu birlikleri ve İran muhalefet birlikleri “Mücahidi Halk (Halkın mücahitleri)” iş birliği hâlinde Türklerin önemli bir ilçesi olan Tuzhurmatu’ya ulaşmıştır. Hiçbir olayla ilgisi olmayan, kendi hâlinde yaşayan halkı rastgele kurşuna dizmiş, ardından “Türk’ün binlerce yıllık izlerini” silmek üzere tarihi Türk eserlerini de yıkmışlardır. Bu insanlık, kültür düşmanlığı bizlere yabancı değildir: Balkanlarda, Kafkaslarda, Arap ülkelerinde de mevcuttur. Güneyden Kerkük’e yaklaşan adı geçen kuvvetler şehri ilk önce helikopterlerle taramış, daha sonra top ateşine tutmuştur. Şehirde herhangi bir mukavemetle karşılaşmadıkları halde bombalamalar sürmüştür. Bunları gören ve bu silahlı orduyla başa çıkamayacağını anlayan Kürt aşiretleri dağlara, kuzeye doğru süratle kaçarken, Türkmenlerin böyle bir tedbiri, dağ hayatına alışkanlığı, daha önemlisi bir isyanın içerisinde olmadığı için şehirde, evinde beklerken akıl almaz katliamlara uğramış, ölümler yaşanmıştır.

ALTINKÖPRÜ KATLİAMI (28 Mart 1991)

  1. Körfez Savaşı sonrası, asrın başından beri demokratik bir düzen özleyen Irak halkına, büyük güçlerin propagandası, güven vermesi etkili olmuştur. Bu baskıcı, soykırımcı idareye karşı ayaklanmalar olmuş ve her hareketin ardından da yine zararlı çıkan Türkler olmuştur. Güya ayaklanmayı bastıracak yönetim güçleri, olaylarla ilgisi olsun olmasın, çoğunluk kendi hâlindeki çoluk, çocuk, kadın ve yaşlı kimi yakalamışsa kurşuna dizmiş, yüzlerce insanı katletmiştir. Top, tank ve füzelerle her yere saldırmış, şehri harabeye çevirmişlerdir. Kerkük halkı böyle bir durumda çareyi kuzey bölgelerine Altınköprü, Erbil ve Süleymaniye’ye kaçmakta bulmuştur. Arkalarındaki Irak ordusu, ceylanın peşindeki vahşi sırtlanlar gibi kovalıyordu. Askeri güçler ve destekçileri de hızlı bir şekilde kuzeye doğru ilerliyor; yolları üstündeki Kerkük ile Erbil şehirleri arasında bulunan, şirin ve büyük bir Türk kasabası olan, Altınköprü’de, Tuzhurmatu’da yaptıklarından daha ileri gitmiş, yüzlerce masum Türk’ü kadın çocuk, yaşlı genç, erkek, özürlü insan, hamile kadın demeden katletmişlerdir. Evler, ev araları, sokaklar ölümü çağırıyor, gerekçeleri ise “Ayaklandınız” oluyordu. Altınköprü… Şehitler, gaziler şehri. Sığınılacak bir yaratan kalmış, bu vahşetin her tarafa yayılmasıyla birlikte, vahşetin kendilerini yakalayacağı korkusuna kapılan binlerce kişi bu defa doğa şartlarını hiçe sayıp, aç, ayakkabısız, arabalı, yaya daha yukarılara kaçıyor, bir kısmı İran topraklarına geçmeğe çalışıyor, ortada can pazarı yaşanıyordu.

IRAK’IN İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU ÖNÜNDE ŞEHİT DÜŞEN TÜRKMEN GENÇLERİ NECDET BAKKALOĞLU VE YILMAZ SAİT HACIOĞLU (5 Nisan 1991)

Irak’ta Saddam rejimi karanlığının derinleştiği ve Körfez Savaşı günlerinde, Irak Türklerine uygulanan sürgün ve eritmeyi kınamak, Irak Türklerinin sesini dünyaya duyurmak amacıyla, Irak’ın İstanbul Konsolosluğu önünde yapılan gösterilerde iki Türkmen öğrenci şehit düştü. Dokunulmazlığa sığınılarak, açtıkları ateş sonucu iki Türk öğrenciyi şehit eden Saddam katilleri, yüzlerini burada da göstermiş, derhal İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılanması gerekenlerin keyfiliği, bizim insanlar üzerinde yine üzüntü, yine ümitsizlik yaratmıştır. 1959‘da Kerkük’ün Bulak Mahallesi’nde dünyaya gelen Necdet Bakkaloğlu, milletine köklü ve aşırı sevgi ile bağlı bir genç olarak 1978 yılında liseyi tamamladıktan sonra, yurtdışında öğrenim görmek için Irak‘tan ayrıldı. Eğitimine ve yaşantısına Türkiye’de devam etti. 5 Nisan 1991’de Yılmaz Sait Hacıoğlu ile beraber şehit edildi. Bugüne kadar Türkiye’de devam eden mahkemelerden bir sonuç alınmaması ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. “Bağımsız yargı”ya bir şey demiyoruz, ancak anlaşılan bu gençlerin hukuku, 3 milyon Türk’ün hukuku bir başka mahkemeye, bir başka bahara mı kalacak? Yine tarih, Türk’ün hakkının görmezlikten gelindiği bir sayfayı, üstelik Türkiye kavramı ile birlikte yazacaktır, hiç dilemem. Yüce Allah şehitlerimize cenneti nasip eylesin.

TOPRAĞI UĞRUNA KENDİNİ YAKAN TÜRKMEN KIZI ZEHRA (16 Ekim 1995)

Türkmenlerin yerlerinden yurtlarından edilerek başka yerlere sürgün edilmeleri ve kendi evlerine, köy ve kasabalarına başka ailelerin, başka unsurların yerleştirilmesi ne kadar üzüntü verici bir durumdur yaşanan bir mağduriyettir. Bu insanlık dışı davranışlara, sürgünlere uğrayan bir köyümüz de Tisin’dir. Tisin halkı evlerinden atılarak, zorla Kerkük‘ün dışına doğru bir yere yerleştirildiğinde, o köy halkından dört çocuğu bulunan Bektaşi Ali Feyzullah’ta ailesi ile birlikte “Bir Haziran Semti’nde” ikamet etmeye zorlanır. Sürekli tehdit altında olan Bektaşi, 14 Ekim 1995 tarihinde Kerkük Emniyet Müdürlüğü’ne götürülerek, eline bir kâğıt tutuşturulur. Yeniden kovulma, sürgün… Ailece 24 saat içerisinde Kerkük’ü terk etmeleri istenmektedir. Ertesi gün kapıya dayanan emniyet güçlerini karşılayan evin kızı Zehra, hiçbir şekilde yeni bir sürgünü kabul etmeyeceklerini haykıracaktır. Neticesi ölümler de olsa, feryâdı gelecek nesillere, tüm Türkmen halkınadır: “Ey ahali, ben Kerkük’ün kızıyım. Bu şehirden asla göç etmeyeceğim. Bu zulüm politikasını protesto etmek, Türkmenlere bağımsızlık yolunu açmak ve Türkmen sözcüğünü yükseltmek uğruna, şimdi kendimi yakacağım. Kerkük bize kalacaktır. Katillere ve zâlimlere bir son verilsin.” Bu sözlerin ardından Zehra gaz bidonunu üzerine boşaltarak, kibriti çaktı ve herkesin gözleri önünden bir alev yumağına döndü.

Kaynaklar:

KÜZECİ, Şemsettin(2004). Kerkük Soykırımları. Ankara

KÜZECİ, Şemsettin(2017). Ortadoğu’da Türk Katliamları. İstanbul

[1] Kerkük’te bir mahalle adı